Bazen, aslında sevmediğimiz, hatta hiç hoşlanmadığımız şeyleri kendimize zorla sevdiririz. ‘İşimi çok seviyorum’ deriz mesela. Çünkü öyle bir işimiz vardır ki herkesin girmek için dua ettiği, şükretmezsek ayıp olacaktır. ‘Çok mutluyum, çok iyi gidiyor’ deriz her sorana.
Özellikle o dönemde o ortamdan kaçamıyorsak, bir sebeple o duruma, kişiye, ortama maruz kalacaksak, bunu yapmak dengede kalmamızı sağlayacağı için yaparız bunu. Bazen de ayıp olmasın, başkası kırılmasın, ya da kendimize eskiden söylediğimiz yalanlar açığa çıkmasın diye…
Himayesinde yaşamak zorunda olduğumuz birini, nefret ederken sevdiğimize karar veririz bir anda. Şu ünlü Stockholm sendromundaki gibi, işi bizi rehin alan birine aşık olmaya kadar vardırabiliriz.
Bu hikayenin bir sonu, gerçekten de ‘fake it till you make it’ mantığıyla, sonunda sevdiğimizi iddia ettiğimiz şeyi sevmemize varabilir.
Fakat bir başka senaryoda, hiç beklemediğiniz bir anda, tam da her şeyi yerli yerine oturttum ve toplumun benden sevmemi istediği şeyleri seviyorum dediğiniz anda, bir patlak verebilir tüm bu ‘sevgi’.
“Seviyorum ama zorla”
İşi karışık hale getiren, özellikle de bu ‘Çok seviyorum’ yalanını kendinize genç bir yaşta söylediyseniz, üstüne mecburen başka başka yalanlar da eklemiş olmanızdır. Kişiliğiniz buna göre şekillenir, seçimleriniz bu ‘çok sevdikleriniz’e endekslenir.
Üzerinden yıllar geçtikten sonra, tüm bu ‘çok sevme’ halinin aslında gerçek olmadığı duygusu, tüm çıplaklığı ve cesurluğuyla gelmez genelde. Hangi komşudan geldiği belli olmayan bir yanık ekmek kokusu gibi gelir. Kim yakmıştır, ne yakmıştır, her şey fludur. Tek belli olan, bir şeylerin yandığı ve ilgi beklediğidir.
En zor adımlardan biri, insanın aslında çok sevdiğini düşündüğü şeylerin, ‘sevdirildiği’ şeyler olduğunu fark etmesidir. Ve daha zoru ise, bunu kendine itiraf etmesidir. Peki ya sevmiyorsak, o zaman yıllarca inşa ettiğimiz hangi kalelerin temelleri yıkılır?
Ve peki ya sevmiyorsak? Gerçekten sevdiğimiz, hakikaten tam bizim kalbimize göre olan, etiketlerinden bağımsız ruhumuzu sevgiyle çarptıran şey nedir?
Kimse bize ‘sevmeli’ olarak öğretmese de, hatta ‘Sevmemeli’ olarak öğretse de, çok marjinal ya da çok sıkıcı olsa da bizim için en sevilir olan, kalbimizin en ince telini titretenler nelerdir?