İçeriğe geç
Anasayfa » ‘Neyse…’ demenin bedeli çok ağır olabilir mi?

‘Neyse…’ demenin bedeli çok ağır olabilir mi?

Okuma Süresi: 2 dakika

Büyük bir felaket, ters giden küçük bir iş, çıkan bir kriz ya da kötü bir film bana hep aynı soruyu düşündürür:

‘Acaba bu sürecin kilit noktası tam olarak nedir ve hangi noktasında bir karar verici, yanlış bir şey olduğunu hissettiği halde ”neyse” deyip devam etmeyi tercih etmiştir?’

Kötü bir film senaryosu yazıldığında, elbette halk izleyip de fark etmeden o sektörden biri fark etmiştir bunu. Yönetmen, yapımcı, sponsor olanlar, oynayanlar, hiçbiri fark etmemiş olamaz. Krize sebep olabilecek bir cümle bile, yayınlanmadan önce mutlaka birinin dikkatini çekmiştir. Peki nasıl olur da dev ekiple yapılan işler, çıkaracakları bariz krizlere rağmen yayına girebilirler?

Bu ‘ön-toplantılar’da gerçekleştiğini hayal ettiğim hayali diyaloglarda hep aynı kelime ortaya çıkar: ‘’Neyse….’

Konu elbette sadece filmler değil. Planlanmamış bir hamilelikten, yanlış bir ev seçimine; felaketle sonuçlanan bir iş projesinden, sonucu tesadüfen kötü olmayan bir günlük karara kadar her noktada bolca ‘’Neyse’’ deriz.

‘En güvenli yol bu değil ama neyse…’ deyip risk alırız.

Aslında bunu kontrol ettirmek lazım ama, neyse…’ deriz.

‘Daha iyisini de bulurdum ama aramaktan yoruldum, neyse….’ deriz.

National Geographic’in Uçak Kazası Raporu belgeselinde, ‘’Neyse’’ sebebiyle düşen birçok uçak hikayesi vardır. ‘Kalkış için ideal koşul değil ama neyse, ailemi çok özledim’ der bir pilot. ‘Aslında bir çocuk kokpite girmemeli ama, neyse’ der öteki. Ve yüzlerce insanın ölümüyle sonuçlanacak neyse’ler olur bunlar.

İlla hayati sonuçlar yaratmaz neyse’ler, günlük hayatta da bol bol yer alırlar.

‘Tadı kötü ama, neyse…’ deyip yemeye devam eder, zehirleniriz.

‘Hava soğukmuş ama neyse…’ deyip eve geri dönmeye üşenir, hasta oluruz.

2 haftadır deprem haberlerinin sonucunda, ‘Neyse’ senaryoları peşimi hiç bırakmıyor.

Geriye dönüp bakınca, bölgenin deprem bölgesi olduğu barizdir. Öyleyse böyle bir bölgede ev alanlar nasıl ‘Yeni bina, öyleyse zaten güvenlidir’ diye düşünüp, ‘Detaylı raporlarını incelerdim ama, neyse…’ derler? Veya kendi yaptığı ve güvenli olmadığını bildiği binada kendisi nasıl oturur, ailesini nasıl oturtur bir başka biri; hangi ‘neyse’ ile avutur vicdanını?

‘Neyse’sizlik mümkün değildir tabii, hayatta vereceğimiz her kararı tüm noktalarıyla düşünerek veremeyiz, yoktur öyle bir zamanımız da, enerjimiz de. Ama 2 haftadır zihnimde dönüp duran; konu hayati konular olduğunda, daha az ‘neyse’ deyip kendimizi karar anlarında daha çok rahatsız olmaya zorlamak, daha fazla şeytanın avukatını oynamak iyileştirir hatta kurtarır mı hayatımızı?

Geriye dönüp baktığımızda ustaca ‘düzeltilebilir’ gördüğümüz kararlar, karar anında hakikaten düzeltilebilir mi? Belki birkaç büyük karar anında ‘neyse’lerimizi azaltmak, hayatımızı daha iyi hale getirebilir?

Önemli karar anlarında kalbimizden bir ses bize ‘bu yanlış, herkes doğru dese bile yanlış’ dediğinde, onu susturup ‘Neyse’ demek yerine o neyse dediğimiz konuyu deşmek, hayatımızı değiştirebilir.

Tabi, geriye dönük analizler üzerinden geleceğe dönük kriz planları yapmak hep bir umut, bazen biraz ütopyadır. Bu noktada son sözü, Daniel Kahneman’a bırakmak isterim:

Bir krizden sonra kendimize bunun neden olduğunu anladığımızı söyler ve dünyanın anlaşılır olduğu yanılsamasını sürdürürüz. Aslında dünyanın çoğu zaman anlaşılmaz olduğunu kabul etmeliyiz.

Daniel Kahneman

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir