Tutarlı bir yaşamın gerekliliği
Sevgiliyi sürekli heveste bırakmak, yani her zaman seni göremeyeceğini düşündürmek, biraz özletmek klasik bir yöntem. Söylenir, arkasında da şu vardır: İnsanın elde etmek isteyip de tamamen elde edemediğini hissettiği bir şey için vermeyeceği çaba yoktur.
Bu konunun günlük hayatımıza yansıyan versiyonu da, bize yapılan bilgi bombardımanıyla şuna inanmamız:
Düzenli spor yapmalıyım, iyi uyumalıyım, sağlıklı beslenmeliyim, kendimi iyi hissetmeliyim, doğaya gitmeliyim, meditasyon yapmalıyım, çocuğumla kaliteli vakit geçirmeliyim, ilişkimi ihmal etmemeliyim, iş için sıkı çalışmalıyım…. Ve bu liste uzar gider. Her biri, içimizde bizim tamamen sahip olmak istediğimiz ama hep biraz eksik kalan, hep özlenen sevililere dönüşür.Hiçbirimizin bu listeden 100 puan almadığı kesin. Ama konu kaç aldığımız değil, konu şu. Gerçekten lazım mı? Hatta daha ötesi, gerçekten mümkün mü?
Yaşadığımız stresin bir kısmı iş güç, yorgunluktan kaynaklansa da, galiba daha büyük kısmı bu kendimize yaptığımız -meli -malı baskısından kaynaklanıyor. Tutarlılık paketi bir bombardıman olarak sürekli takip ettiğimiz her siteden, sosyal medyadan üstümüze atılıyor. İşin formülü şu: ‘Normal insanlar, kararlı, tutarlı, başladıkları şeyi uzun süre devam ettiren kişilerdir.’ Diyete başlarlarsa sürdürürler. İşe girerlerse en az bir yıl orada çalışırlar. Bir hafta sağlıklı beslenip bir hafta kendilerini abur cubura gömmezler, istikrarlıdırlar.’ Bu normal insanların hiçbir yerde var olmayan masalı, bizi durmadan strese sokar.
‘İyi yönetici çalışanlarıyla hem arkadaş gibi, hem otoriterdir. İyi bir eş anlayışlıdır.İyi bir CV, uzun süreli işlerden ve aralıksız bir hikayeden oluşur.’
Bu genelgeçer ve sürekli aynı olması gereken ’gereklilik’lere öyle inanıyoruz ki, konu kendimizi sevmemeye doğru gitmeye başlıyor. Çünkü bize anlatılan hikaye, bir yerde, bir ‘Tutarlılar Dünyası’nda bunların hepsinin bu şekilde yapıldığı yönünde. Biz de habire kendimizi eksik, iradesiz, yarım, ‘yine olmadı yeniden başlayayım’ modunda hissediyoruz. İnsanı gel-gitlerimizi, fikir değişikliklerimizi, en önemlisi, mutluluğumuzu birinci sıraya koymayı lanetli görüyoruz.
Oysa biliyoruz ki gerçek hayat boşluklu CV’lerden, fikir değiştirilen günlerden, arada bir hamburgerle desteklenen sağlıklı yaşamlardan oluşuyor. Öyleyse bu neden bizim yeni normalimiz olmasın?
Köhne tutarlılık masalı, en çok markaların işine geliyor. Çünkü insan asla ulaşamayacağı bir hayalin peşinden koşarken, hele de 8-5 bir işte zamanı azıcıkken, yapabileceği en iyi şeyi, tutarlılık planını ‘ön ödeme yaparak’ desteklemek olarak görüyor. Yeni bir kıyafet ‘hep bakımlı olmanın’, yeni bir buharlı pişirici ‘hep sağlıklı olmanın’, spor salonu üyeliği ‘hep fit olmanın’ sahte garantisini bize uzaktan sallayarak bizi hipnotize oluyor. Bedelini önden ödediğimiz hayali tutarlılıkları gerçekleştir ihtimalimizi daha mümkün görüyoruz.
Sağlıklı olan ise durup gerçekten normal olanı kabul etmek: Asgari müşterekte buluşan bir ideal ve ‘ideal dışı’ deneyimler karması. İşte neo-tutarlılık!
Tutarlı bir CV ?
İşe bir süre ara vermiş, ya da arada kariyer değişimi yapmış insanlarla görüşme dahi yapmak istemeyen çok fazla yönetici tanıyorum. Sanki kendi ‘aynı mekan ve kariyere zamk gibi yapışmışlıkları’ dünyanın yegane kuralı olsun ister gibiler. Bu insanlar genellikle, kendileri cesaret edemedikleri hayatların, hayallerin, değişikliklerin başkaları tarafından yapılmış, denenmiş, yaşanmış olmasına tahammül edemiyorlar. Zaten plaza hayatının büyük bölümü ‘şikayetler ve dertler üzerinen kader ortaklığı’ moduna dayanıyor. Böyle anlatınca karamsar gelebilir ama, her taze başlayan arkadaş grubu 3 ay sonra ortak şikayet ve yorgunluklarının onları kenetlediği bir ‘yaşam ne sıkıcı’ anti-terapi grubuna dönüşüyor.
Hal böyleyken, CV’de tutarlılık arayanlar da aslında genellikle bir ütopya arıyor. Bir insan son performansla aynı işte hiç ara vermeden çalıştığında, sadece o zaman başarılı olur diye düşünmek, bambaşka deneyimlere sahip birçok parlak yetenekle çalışmamak demek oluyor. Ama bu tutucu yöneticiler de zaten bunu istiyor, ‘aman bize dışarıdan haber getirme; senin maksimum farkın bizim halılar griyken seninkinin siyah olması olsun.’
Tutarlılığın geleceği
Hayatın hızlandığı, dilimizden eksilmeyen bir hikaye. Hayat hızlanıyor, artık bilgiye, kişilere, ürünlere eskisinden çok ama çok daha hızlı ulaşabiliyoruz.
Bu böyleyken, deneme-yanılma hızımızın da artması kaçınılmaz. Tutarlılık algısının başına bu yolculukta gelecek olan, hiç yoksa, bu algının süresinin kısalması olacak. Ömürlük tutarlılık beklediğimiz konuları, günlere, haftalara, aylara bölerek kendimizi rahatlatacağız. Yavaş yavaş ‘bir şeye çivi gibi çakılmayı’ değil ‘dengeyi bulmayı’ yüceltmeye başlayacağız. Biraz ondan, biraz bundan yapmanın, denemenin, karıştırmanın, kendi karışımımızı yaratıp kendi artı eksi deneyimler kokteyllerimizi sevmeyi öğreneceğiz.
Bazen öyle bazen de böyle; biraz öyle biraz da böyle olabilirim, tamam, diyeceğiz huzurla. Çünkü hayat şu anda bombardımanına tutulduğumuz bilgilerin her birini tutarlılıkla denemek için çok kısa. Çıkış yolu ise bizim bir deneyim gurmesi olmayı memnuniyetle kabullenmemizden geçecek.
çok güzel. her günsağlığımız için tüketmemiz önerilen gıdaları alsak, mide kapasitemizi aşıyor mesela 🙂