Bunalmanın sebebi 24 saat sana ne istediğini söyleyen bir dünyada yaşaman. Taa çocukken, otorite figürlerinin fikirlerine itaat etmenin genelde kazançlı olduğunu keşfettiğinden beri, kendinden adım adım uzaklaşıyorsun.
Ve bir süre sonra kendi cevaplarına kilometrelerce uzakta buluyorsun kendini.
Bulunduğumuz her ortam otomatik bir sohbet ortamı. Sohbet bir ibadet halini almış durumda.
Anlatılmayan yaşanmamış sayılıyor, anlatacak bir şeyi olmayan da resimden çıkıveriyor.
O yüzden ne olsa çifte yaşıyoruz: Önce yaşarken, sonra anlatırken. Birilerine fikrini sormadığımız konu, birilerinin önüne sermediğimiz hikayemiz kalmadı.
Sanki bir konuda birinin fikrini almazsak nasıl karar vereceğimizi artık hatırlamıyoruz. Ve ne yazık ki herkesin her konuda bir fikri, bir önerisi var. Yeter ki anlatmaya ve sormaya hazır ol. Bu bir süre sonra içinden çıkamadığın bir kısır döngü haline geliyor. Hele ki çevrendekilerden etkilenmeye çok meyilli biriysen. Hele ki aklının değil yanındakinin aklının dikine gitmeye, otomatik olarak başkalarının yolunda yürümeye yatkınsan.
Çoğumuzu çevreleyen sistemler, ödüller, takımlar, gruplar, normlar o kadar benzer ki en çılgın şeyler sıradanlaşıyor. Oksijen almayı düşünmeden bir sandalyede saatlerce oturman gibi. Ve sen sorgulamayı bıraktığında, artık kendini dinlemiyorsun. O yüzden cevapların da senin gibi kayıp.
Herkesin hayal ettiği işi yaparken niye hala mutsuzsun? Herkesin normal saydığı, seni niye daraltıyor? Herkesin uçuk dediği neden senin için tam da gidilmesi gereken yol? Olamaz mı? Olabilir. Yapman gereken kendini yargılamak değil, kendi sesini duymayı hatırlamak. Başkalarının rüzgarlarıyla bir o yana bir bu yana savrulma halinden çıkıp kendi yoluna doğru evrilmek. Normaller sana normal gelmediği için kendini suçlamayı bırakıp kendini özgürleştirmek. Kendi orijinalliğinle buluşabileceğin tek yer orası, ve gitmeye değer olan tek yer de öyle.
Geri bildirim: Yoğun çalışmanın hazin sonu: Ve karşınızda sürdürülemez enerji!