İçeriğe geç
Anasayfa » Karanlıkta Diyalog ve Girişimci Olmak

Karanlıkta Diyalog ve Girişimci Olmak

Okuma Süresi: 3 dakika

Bize görmediğimiz yollara girmemek öğretildi. Önünde ne olduğunu bilmiyorsan, adım atma denildi. Biz böyle büyütüldük. Y kuşağının iyi niyetli ama korku dolu öğütleri bize; kimseye değil sadece kendimize görünen yollara çıkmamayı öğütledi. Herkesin açık açık göremediği bir sese doğru yürümenin riskli olduğunu tembihledi. Düşebilirsin, kaybolabilirsin, ve sürüden ayrılabilirsin!

Karanlıkta diyalog sergisini halen henüz gezmediyseniz mutlaka gezin derim. Çünkü aslında spiritüel ve kendinle buluşmakla ilgili çok acayip bir yolculuk. Benim için tam şöyle oldu:

En başta, inanılmaz bir korku. Görememek ve bilememek durumunu kabullenemiyorsun. Henüz göremememenin illa bilememek demek olduğunu algılamış değilsin çünkü. Dünyevi ruhlarımızla, bir de plazadan ve excellerin arasından çıkıp o sergiye gittiysen, çok emin olduğun bir şey var: Görmediğin şey yoktur!

Çünkü artık kendi duygularınla, görünmeyenle, hissedip de tam tarif edemediğin her şeyle bağını kaybetmiş durumdasın. Rakamlara dökülemiyor, çizgilerle tarif edilemiyorsa o şeyi yok sayıyorsun.

Dolayısıyla başlangıçta karanlık korkunç bir his veriyor insana. Kesinlikle yapamayacağım, ve hemen çıkmam lazım diyorsun. Dönmek istiyorsun. Neye? Görebildiğin, görebildiğin için kesin emin olduğun (çünkü dünya sana hep böyle öğretti), emin olduğun için rahat ettiğin alışılmış dünyana. 

Sesler var, insanlar konuşuyor, rehber konuşuyor, anında aklında çizmeye çalışıyorsun. Kıyafetini giydirmeye, saçlarını taramaya, ayakkabılarını bağlamaya çalışıyor beynin. Çünkü tanımlayamadığı insanı var bile sayamıyor. İnsan bir sesle iletişim kurabilir, bir sesi sevebilir mi?

Sonra yürümeye başlıyorsun. Son derece sinir bozucu. Konu alışıldık olanı bırakmak olunca beynin yine asi bir çocuk gibi. Sürekli ‘ama ışık yok, ama ışığı açsana, ama ışık olmadan yürüyemem ki anne yeaaaa!’ diye yaygara koparıyor içindeki çocuk. Dizginleyemiyor hatta sen de onun tarafına kayıyor, onunla beraber sinirlenmeye başlıyorsun.

Sonra yavaş yavaş, her yere saçmasapan dokunmaya başlıyorsun. Çocukluktaki, bulduğun her şeyi ağzına sokarak tanımaya çalışma dönemi gibi. Kendine özgü bir ‘görmeden bilme’ alfabesi yaratmaya çalışıyorsun. Ayaklarını, ellerini, sesi, gözlerin olarak kullanmaya başlıyorsun, ve bakıyorsun ki oluyor!

Zaman geçip de sen görmediğin gemilere bindikçe, görmediğin basamakları çıktıkça şunu anlamaya başlıyorsun: Bana söyledikleri gibi olmak zorunda değil! Bir merdiven, illa bir merdiven gibi gözüktüğü için merdiven değil! Bir merdiveni çıkabilmenin tek yolu onu görmek değil. 

Bu hiç alışık olmadığımız bir bakış açısı, çünkü bize görmediğimiz yollara girmemek öğretildi. Önünde ne olduğunu bilmiyorsan, adım atma denildi. Biz böyle büyütüldük. Y kuşağının iyi niyetli ama korku dolu öğütleri bize, kimseye değil sadece kendimize görünen yollara çıkmamayı öğütledi. Herkesin açık açık göremediği bir sese doğru yürümenin riskli olduğunu tembihledi. Düşebilirsin, kaybolabilirsin, ve sürüden ayrılabilirsin!

Onlar için ses duygu, göz mantıktı. Ve mantıkla hareket etmemizi söylerken aslında söylemek istedikleri, görünmeyenin değil, herkese açık görünenin yolundan gitmemizdi. Kendi yolumuz yerine, çoğunluğun yolundan. Ara sokaklar yerine, otobandan.

Zaferim, göremediğim yerde olabilir.

Karanlıkta diyalog, göremediğin yere doğru yürümenin başlangıçta delice, korkutucu, sonrasında normal gelen, en sonunda ise bir zafer hissi veren yolculuğunun tılsımlı hikayesi. Sırf kendi içindeki önyargılarla bezenmiş, ‘ben yapamam ki, nasıl olur ki’leri kendi yüzüne çarpmak için bile gitmeye değer. ‘Zaferim göremediğim yerde olabilir, görmesem de bilebilirim. Sizin görememeniz benim gidemeyeceğim anlamına gelmez.’ diye göğsünü gere gere söyleyebilmek için. İnsanın nasıl esnek, nasıl kıvrak, nasıl çabuk alışan bir varlık olduğunu hatırlamak için.

En çok da, görünmeyen yollara girmekten delicesine korkmayıp, karanlığa o adımı asla atamama korkusundan kurtulmak için. Girişimcilik, kendi yolunda yürümek, tam olarak böyle bir his. İlk adımı attığında, dışarıdan bakıldığında karanlığa basan bir deli, görünmeyenin içinde el yordamıyla yürümeye çalışan bir gereksiz derecede yüksek cesaret sahibisin. Ama sen yürüdükçe yollar aydınlanıyor, sen yürüdükçe sesler sana karanlıkta arkadaş oluyor, zamanla karanlıkta olduğunu bile unutuyorsun. Güven geliyor, güç geliyor ve artık asla o kapıdan girerken ilk adımı korkak korkak atan kişi olmuyorsun.

Karanlığa adım atmak, sergide fiziksel, kendi dünyanda ruhsal bir yolculuğun atlanmaması gereken bir adımı. İşte bu yüzden, ana yoldan ayrılmakla ilgili her durumda özellikle ilk ziyaret edilmesi gereken yer Karanlıkta Diyalog. Seviyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir