İçeriğe geç
Anasayfa » İyi ki mükemmel değiliz!

İyi ki mükemmel değiliz!

Okuma Süresi: 2 dakika

wpid-imperfections

Başka başka kişilerle uzun uzun sohbet etmenin çok güzel bir yanı var.

Hele ki yeni tanışmışsak. Hele ki aslında iş hayatından tanışıyorsak ve bugüne kadar birbirimizin sadece en profesyonel hallerini gördüysek.

Biraz derine inince sohbet, herkes bilerek isteyerek incilerini dökmeye başlıyor.

Sonra mucizevi bir şey oluyor. Karşındakinin mükemmel olmadığını hatırlamak, kendi mükemmel olmayışınla da yeniden barışmanı, hatta onu sevmeni sağlıyor. Sen busun işte, ben buyum, biz buyuz. Mükemmel değiliz, kendimiz hakkında çoğu zaman harika hissetmiyoruz, çok düşüyoruz, çok unutuyoruz, çok küsüyoruz, çok çakıl taşlarına takılıyoruz.

Biz öyle yaptık mesela bugün.

Çok güzel itiraf ettik, çok güzel perdelerimizi açtık.

Onlar anlattıkça anlattı, ben de onlara anlattım.

Korkuyorum, dedim.

Üzülüyorum, daha önce daha cesur olmamış olmama.

Heyecanlıyım, gerginim, yorgunum.

Kalbimi içine katmadığım hiçbir şeyi yapamıyorum, bundan yaptığım işe bayılıyorum. ”Evet” dediler, ”gözlerinde görüyoruz, işlerinde görüyoruz, bayılıyorsun”. Evet evet ama dedim, o yüzden herşey benim için daha yorucu. Çünkü hep içinde kalbim var.

Hiçbirimizi birbirimizi aşağı görmeye, yukarı çekmeye, eleştirmeye, dönüştürmeye çalışmadık.

Neysek o oluşumuzun kutlamasıydı o sohbet.

Sahiden de öyle yapmalı arada insan. Çünkü bunu yapmayı çok unutuyoruz, duygularımızı bile profesyonelce yönetmeye o kadar alıştık ki, ondan. Halbuki hele bir kadınsan, hele içinde kesin kopan bir fırtına varsa.

Korkmadan, kimseye söyleyemiyorsan kendine söyle.

”Şu an üşüyorum, buz gibiyim, kararsızım, korkuyorum, arıyorum, istiyorum, kafam karışık, bunalıyorum, karamsarlığa kapılıyorum, çok seviyorum.”

Olayları bir kere de uygun görüldüğü şekle sokup, küçülterek anlatma.

Direkt;  ”Bana şöyle dedi, kalbim dev bir cam parçası gibi kırıldı, yollara saçıldı’.’  de mesela. Öyle olmadı mı?

”Bunu fark ettiğim an o kadar üzüldüm ki, içimdeki çocuk küsüp arkasını döndü” de.

Ya da ”bayıldım, çok sevdim, sadece bir kez gördüm, gerisi umrumda değil, sorduğun soruların cevaplarını bilmiyorum ama kalbimde bir şey dans ediyor” de.

De işte, kendi dengesiz, bol duygulu, hafif çalkantılı ve her zaman hareketli ruhunu kutla. Kutsa. Kendine de yap, karşındakine de.

Sanatın da amacı bu değil mi zaten? Hepimizin özümüzde ne kadar benzer olduğumuzu hatırlatıp derin bir oh çektirmek. 

Açık olmanın, düz olmanın, samimi olmanın hiçbir zaman zararını görmedim; aksine bu insana muhteşem bir hayatın kapılarını açıyor. Ben stratejilerden anlamıyorum, anlamak da istemiyorum. Stratejisi olan insan ilişkilerinde ben yokum. İnsanların içindeki en derini, azıyla çoğuyla, günahıyla sevabıyla çok sevmek istiyorum, kendiminkileri de.

Bir gidiyorum, bir geliyorum. Daha çok sevebilecekken daha az sevdiklerime, daha yumuşak gidebilecekken daha sert çıktıklarıma acıyorum. Sonra ne kadar zor şeyler oldu, ben sonra hepsinin nasıl üstünden atladım diyorum. Kalbim ikaz ediyor, ama bak onların yarası hala tam şurda duruyor, kapanmadı ki! diye. Ben de ona diyorum, yaşamaya başlamak için yaralarının kapanmasını beklersen ömür biter. Hep birşey olacak, hep bir ucu o açık yaraya değecek, onu sızlatacak, olabilir.

Ama yeter ki ben ben gibi olabileyim, karşımda içi nar gibi açılan benim gibi birileriyle hayatın özünü konuşabilelim, duyabilelim. Pürüzlü olsun, eksikli olsun, kusurlu olsun ama bizim olsun. 

Ne kadar mükemmelliğe oynasak da, hepimiz, kendimizi biricik kılan lekelerimizle güzeliz. Oh be, iyi ki mükemmel değiliz!

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir