Son birkaç yıldır, hikaye anlatımı meselesi bir tılsımlı değnek gibi hayatımıza girdi. Hem markalar, hem kişiler için; iknadan satışa, imaj yaratmaktan bilinirlik artırmaya her konuda başvurulan bir yöntem oldu. Hikayeleri sevmemiz çok eskilere dayanıyor, insan hikaye anlatarak ve dinleyerek evrilmiş, alışığız ve hoşumuza gidiyor.
Pixar’dan Andrew Stanton’un ünlü TED konuşmasında dediği gibi, ‘İnsanlar 4’ü değil, 2+2’yi isterler.’ Gerçekten de hikaye anlatımının çok iyi çalıştığı yerler var; mesela bir reklam içeriğini okumayacakken, sırf bir marka iyi bir hikaye anlattı diye o hikayeyi okumuş olursun. Böylece marka da çaktırmadan sana reklamını okutmuş olur. Zaten işin en büyük kurnazlığı burada: Hikaye anlatımı, normalde okunmayacak içeriği okutur.
Peki, ya zaten okuyacağım bir kitabı almışsam? Son bir ayda, iki kitabı aşırı hikaye anlattığı için bıraktım. Biri, Chris Voss – Sen Bitti Dediğinde. Diğeri, Atul Gawande – Checklist Manifesto. İkisi de belli bir amaca yönelik kitaplar, biri müzakerenin inceliklerini, diğeri hayatta checklist’ler yapmanın faydasını anlattığını iddia ediyor.
Fakat artık kalıplaştığı üzere, her ikisi de konuya hikayelerle başlıyor. Buraya kadar sorun yok. Fakat hikayeler bitmiyor! Her bölüm, sayfalarca hikaye içeriyor. Çeşit çeşit insanların, şehirlerin, olayların bitmek tükenmek bilmeyen hikayeleri. Uzun uzun tasvirler. Niyetin bir konuyla ilgili net bilgiler öğrenmekken, mecburen ‘New York’ta güneşli bir haziran sabahıydı…’dan konuya girmek zorunda kalıyorsun.
Her iki kitabı da yarıda bile diyemeyeceğim, başında bıraktım. Sadece bilgi edinmek için aldığım bu kitapların hikayelerle dolu formatı beni biraz kandırılmış hissettirdi ve fazlaca yordu. O zaman düşünmeye başladım, normalde ben de hikayeleri severim. Peki beni rahatsız eden neydi?
Şöyle bir formüle vardım:
Eğer, normalde ilgilenmeyeceğim bir konu, ilgimi çekmeye çalışıyorsa, hikaye iyidir.
Eğer, söz konusu olan zaten ilgilendiğimi satın alarak beyan ettiğim bir içerikse (mesela bir kitap), hikaye değil, aradığım cevapları duymak istiyorum.
İlk seçenekte, hikaye konuyu ılımlaştırıyor, bir nevi konuyla senin arandaki buzları kırıyor.
İkincisinde ise, bir türlü sadede gelemeyen sıkıcı bir sohbet arkadaşı bir partide seni kilitlemiş gibi oluyorsun.
Bu ayrımı markalar nezdinde de iyi yapmak son derece önemli. Eğer potansiyel bir müşterinin dikkatini çekmeye çalışıyorsak, hikaye anlatımı en iyi dostumuz olabilir. (Örneğin bir şirketin direkt ürün bilgisi vermek yerine, o ürünün hikayesini anlatması.)
Ama eğer bizden bilgi almaya çalışan bir tüketici söz konusuysa, lafı dolandırmak (Örneğin; fiyat için tıklayın, linkine tıklayınca şirketin kuruluş hikayesinden başlayan bir metin koymak…) o müşteriyi kaybetmeye bile sebep olabilir.