İçeriğe geç
Anasayfa » Girişimcilik mi? Su Çok Dalgalı, Gelsene!

Girişimcilik mi? Su Çok Dalgalı, Gelsene!

Okuma Süresi: 3 dakika

Herkesin milyon milyon yatırımlar aldığı, cool ofislerde çalışıp güne yogayla başladığı, ‘today’s office’ ile kah plajda kah yurtdışında çalıştığı bir ortam girişimcilik.

Son derece özgür, motivasyon sözlerinin havada uçtuğu, mutluluğun sırrını keşfetmişler diyarı. Girişimcilikle ilgili kafanızı nereye çevirirseniz durum tam olarak bu.

Hatta girişerek kısa zamanda çok para kazananların sattığı ‘bırak artık şu beyaz yakalı işini yea, gel sen de özgür ol ve bir Porsche al dostum!’ eğitimleri kol geziyor, yüzlerce dolara satılıyor.

Girişimcilik henüz kusursuz bir özgürlük paketi olarak allanıp pullanmamışken, yani babalarımızın zamanında örneğin, bu şekilde anlatılmıyordu.

Tam tersi girişimciler sırtında ağır bir yük taşıyan, devasa risk alan, hafif çılgın, büyük vizyonlu ve aşırı saplantılı, genellikle 7/24 çalışan insanlardı.

Girişimcilikle bağdaşan bu yarı-bohem yaşam tarzının mevzuya eklenmesi ve hatta işin dahi önüne geçmesi son birkaç yılda çıktı.

Dolayısıyla biz de daima pozitif ve ilham veren hikayeleri okur olduk. Oysa istatistiklerden biliyoruz ki, girişimlerin %90’ı başarısız oluyor. Peki o %90 neredeler?

Neden hiç konuşmuyorlar? Neden çıkıp gerçek hikayeler anlatmıyor ve bizi Richard Branson sözleri ile ’20 something millionaire’ hesapları arasında bırakıyorlar?

Sanırım bu utanç verici görünüyor. 

Ben bir ‘girişimci’ sayılmam daha doğrusu ‘start-up’ ekosisteminden değilim. Bireysel olarak kendi işini yapmak üzere yola çıkmış biriyim.

Kurumsaldaki işimi bırakalı 6 ay, işe girişeli 3 ay oldu. Evet gerçekten şahane inanılmaz muhteşem yanları var ve fakat, işin büyük kısmı bu değil.

İlk başta maddi refah meselesi var. Hayatımda herkesin beni çok zengin sandığı bir acayip an, kendi işimi yapmak için kurumsaldan istifa ettiğim andı.

Oysa ben kenarda birkaç maaş dışında hiçbir varlığa sahip olmayan – araba hatta bisiklet dahil:) – biriydim. Sadece bunu denemezsem ölürdüm, ve denemek için suya atladım. (Bkz. önceki yazım.)  Çok şanslıyım ve daha doğrusu bunun için donanımlıydım ki, başladığım anda para kazanmaya başladım. Üstelik bu kazanç maaşıma yakın bir kazanç oldu. Fakat; ‘yan haklar’ adı verilen sigortalar, yemekler, taksi fişleri gibi haklar olmayınca kazancın çoğu bunlara gitti. Ayrıca her an ertesi hafta – ay bu kazancın artık orada olmayabileceğini bilme yürek ağrısı, hiçbir borca girmeme, hiçbir harcama planlayamama, önünü görememe hali pek güzel boğuyor insanı. 

İkincisi, evden çalışmanın muhteşem bir şey olduğunu düşünüyordum, ancak berbat bir şey olduğunu anladım. İnsanın en sevmediği ya da en uzak olduğu ofis kişilerini bile özlediği bir durum. Zira insan insanla var oluyor, özellikle de benim gibi yıllarca aşırı sosyal bir iş yapmış biri için, ne kadar içedönüklüğümle aşk yaşasam da, bir kişi olma hali boğucu, sıkıcı ve demotive edici.

Üçüncüsü, sürekli aktif olmak zorundasın. Hiçbir şeyin kendiliğinden olmadığı bir dünya burası. Eğer bir şirkette çalışıyorsan, senin performansın iki gün düştü diye şirkete hiçbir şey olmuyor. Öyle ki aylarca bir şey yapmadığı aylar sonra işten ayrılınca anlaşılan nice gizli işsiz tanıyoruz 🙂 Ama bu konu öyle değil, bir gün eksik kaldığın an, her şey tepetaklak olmaya başlıyor. Hep var olmak zorundasın. 

İyi yanları yok mu? Çok. Ama bunları başka bir yazıya saklamış olayım, ki zaten iyi yanlarını allaya pullaya anlatan çok var. 🙂

Benim 3 aylık kıssadan hissem; bir risk sevdalısı olmayan hiç kimsenin kendi işiyle işi olmamalı. Ayrıca, kendi işini yapmayı seçerken neyi feda etmeye hazır olduğuna da karar vermiş olmalısın. Şikayet ettiğin 2-3 saatlik fazla mesai yerine, 24 saatlik durmayan bir beyni seçiyorsun. Benim için bir karar anı için çok erken, ve dediğim gibi çok şükür şimdilik her şey güzel gidiyor. Ama tu kaka beyaz yaka gazına gelmeden önce durup düşünmek gerek, zira insan içerideyken hayattaki tüm sıkıntılarının suçunu beyaz yakalı işine atabliyor. Lakin işte girişimci olmanın nurtopu gibi bir yanı daha: Suçlayabileceğin hiç kimse yok! Kendinden başka. Çok mu yoğunsun, bir şeyi mi unuttun, bir hata mı yaptın? Kendine söv.

Büyük bir organizasyonun parçası olmaya alışmış bünyeler için, büyük bir organizasyonun aslında ‘çaktırmadan’ neleri hallettiğini ve sana hazır verdiğini pek iyi anlıyor insan. Tabii ki bunun bedelleri var, ama bunlara veda etmenin de bedelleri var. En eğlenceli kısmı, hayattaki deneyim kazanma hızın. Ralli gibi. Normalde 1 senede bir olay yaşayıp ‘ha bu sene de öğrendim ki…’ dediğin şeyleri her gün 3 kere yaşıyorsun. İnsanlar, para, iş hayatı ve hayatla ilgili deneyim açısından bile binmeye değer bir roller coaster. Devam edeceğim, daha sonra, daha ilerledikçe, başka açılarla. Beyaz yakalılara TGIF! Girişimcilere… bize zaten hep Cuma yau!!!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir