İçeriğe geç
Anasayfa » %100 başarı garantili formül: Kendinden vazgeçmek.

%100 başarı garantili formül: Kendinden vazgeçmek.

Okuma Süresi: 4 dakika

letting_go_by_bigfoot112-d3hho30

Senden başka biri olmanı isteyecekler.

Başarı, bazen kılık değiştirip başkalarının istediği hale girmene verilen sahte bir ödül anlamına gelebilir.

Ofise girmekten, aynı yerde oturmaktan nefret ediyor ve dışarıda güneş parlarken aptal bir koltukta 8 saat geçirmeyi çok anlamsız buluyor olabilirsin. Ama oturduğunda  o kadar çok kişi aferin der ki, kanarsın.

İyi bir çalışan olmak için, her şeyini vermeye hazır mısın?

Tips-to-hire-the-perfect-employee.jpg

Mesela bir kadın olarak yumuşak doğanı terk edip adamlarla pazarlığa girişmeye, ciddiye alınmak için sesini duyulur seviyeye çekmeye, konuşmanı değiştirmeye? Çok yorgun hissetsen bile koşuşturmaya?

Önce sinsi sinsi başlıyor. İş hayatının bize normal olarak benimsetildiği, hatta “vay be harika” olarak tanıtıldığı gün.

Biz şu muhteşem(!) anlaşmayla büyütüldük: “ 4 sene boyunca her gününü üniversitede geçirirsen; sonraki 40 yıl boyunca her gününü büyük bir kurumsal firmada oturarak geçirebilirsin.” Belki de en büyük beceri, kendi neslinin yarattığı kültüre rağmen içindeki asi sese azıcık da olsa kulak vermek.

Sevmediğin insanları sever gibi davrandıkça, istemediğin halde o ofiste oturdukça, çekindiğin halde kendini hep daha yırtık olmaya zorladıkça, önemsemediğin halde şirketinden “biz, biz, bizim hedeflerimiz” diye bahsedip durdukça başarılı olman neredeyse garantili. Fakat bu kimin başarısı? Şirketinin seni kuklalaştırma başarısı olmasın?

Businessman as a puppet

İnsan ne kadar başarılı olduğunu düşündüğünde, önce dönüp, içindeki sese uyumlu bir şey yapma cesaretini kaç kere gösterdiğini sormalı. Hayatının ne kadar şirketlerin, onların maaşlarının, bonuslarının kuklası olduğunu bir sorgulamalı. Hayır bir şirket ille de bu şekilde olmak zorunda değil tabii ki, çok sevdiğin bir işi yapıyor olabilirsin fakat yine dikkat derim ben sana burada. Çünkü işini çok sevmek aslında pekala bir Stockholm sendromu olabilir. (Bununla ilgili başka bir yazı yakında geliyor.)

Mesela biz üniversitedeyken benim bulunduğum ortamda hiç şunu sorgulamadık: Ya biz bayağı büyüdük, kafamız çalışıyor ve enerjimiz de var. Neden her yaz birilerinin yanında staj yapıp yapıp onun dışında iş güç hiç düşünmüyoruz? Kültür, üniversitedeyken ailenin harçlığıyla geçinmekti.

Belki de insan hayatın gerçekleriyle ne kadar erken yüzleşirse o kadar daha iyi.

Böylece onları değiştirebileceğini, çünkü gerçek denilen şeylerin aslında genelde sana iyi benimsetilen algılar olduğunu da görmüş oluyorsun.

İyi görünümlü bir plazaya tıkılmana, orda kazandığın parayı iyi görünümlü bir AVM’de alışverişe ve sinemaya vermen gerektiğini sana kim öğretti acaba? Acınacak haldesin.
79616-70234.jpg

İşi gücü bırakıp gitmek değil ama, içinde bulunduğun şirketi, o metal binayı dönüştürmek senin görevin olabilir. Sen yapmazsan, uyandığını çaktırmazsan kimse çaktırmayacak.

Plaza dünyası  ve yapmacık jargonları, tanımları, stresleri ve sahte gülücükleri küçük bir “Kral Çıplak” operasyonunu bekliyor, hepsi bu. 8 saat ofiste tutulmaya, çoğu zaman mobbinge, elde edilen karın yüzde sıfır nokta sıfır bilmem kaçı bir maaşa, yorgunluk ve havasızlık dolu günlere hapsolmayı biz seçtik. Seçmek ne kelime, kariyer sitelerini açıp onu biz özellikle aradık bulduk ve bizi o ofise tıktıkları için minnettar kaldık. Eğer kendinden henüz tamamen vazgeçmiş değilsen, üşengeç ve pes eden biri değilsen bu anlamsız yarıştan çıkmak için bir şansın hala var. Mutlaka var.

cat-small.png

Evet para çok gerekli, evet kendini bir yere kiralayıp her ay başı şak diye hesabında para görmek kendi emeğinle kazıya kazıya bir şeyler yapmaya çalışmaktan daha kolay. Evet insan bazen sadece tembel olup güvende hissetmek istiyor. Ama bir kez kolaya kaçmazsak eğer, o zaman her şey değişiyor. Düşün bak, birçok sabah, birçok öğlen, ruhun arada bir uyanıveriyor. Seni bir dürtüklüyor. “N’apıyorsun ya burada, bu insanlarla, bu kağıtlarla, bu stresle, bu havasız odada ne işin var senin, bunun için mi doğdun?” diyor. Sen her seferinde onu biraz dinleyip hayallere dalıp, sonra ruhunu yine bedenine tıkıyorsun. İşte tıkma. Çünkü sonunda bunlar seni hasta ediyor.

En iyisi olduğu, kimse tarafından kanıtlanmamış ve hatta ne kadar anlamsız olduğu kesinlikle önümüzdeki dönemde birileri tarafından kanıtlanacak olan bu kurumsal sistemden çıkmak için fazlasıyla gücümüz var. İnsan potansiyelinin binde birini kullanmak için bir görev tanımının içine hapsolmamalı. Çalışma değil, tabii ki çalış, para kazan, hatta çok da iyi kazan, fayda sağla, sefasını sür, refaha kavuş. Ama bunu kendi istediğin gibi yap, birine boyun eğdiğin için kazanma, bir sistemin kölesi olduğun için aldığın sahte alkışlarla kazanma. Kendinden vazgeçip, kendinden daha fazla bir şirkete ve işe inanmayı seçme.

nine_to_five

Daha fazla ruhuna ihanet etmek istiyor musun? Yoksa sonunda boğazını temizleyip konuşacak mısın? Sistem bekçisi yöneticinle, uyanmandan ödü kopan herhangi bir yetkiliyle? Sen istemezsen, hiçbir şey değişmez. İşte klasik bildiğimiz, ağlamayan bebeğe meme yok. Ağlamayan plazalıya da özgürlük yok. Çık, hiç olmazsa bir gün izin al, kendini dinle. Potansiyelini, isteklerini hatırla. Ve title’dan title’a koşacağım derken bir gün bakmışsın kaç sene geçmiş olmasın. Onu diyorum işte tam şu an, iki iş arasında bir yazı okuyuvermiş olma, acıtsa da kendine bak. Neresinden başlasan geç değil, kendine saygı duymanın ve allanıp pullanan bir çalışma düzeninin çok da tapılası olmadığını fark etmenin yaşı ve zamanı yok. Yeter ki bir plazaya ibadet edeyim derken insanlığına ihanet etme.

Ve fark etmeden önce hayallerinden, sonra garip ve sadece sana yakışan huylarından, karakterinden, seni sen yapan her şeyden ve sonunda kendinden vazgeçme.

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir