Zor işler mi bizi bulur, yoksa biz mi zor işleri buluruz? Zaman geçtikçe, büyük resme baktıkça, ikincisinin doğru olduğunu gördüm.
Uzun bir süre, kurban psikolojisine yatkın bir halde çalıştım. Bunun bir sebebi, beklenmedik bir şekilde babamın iflas etmesi ve benim parayla hiç beklemediğim bir zamanda, üniversite mezuniyetinde tanışmamdı. Herkesin son derece “normal” bulduğu “okulu bitirip sonra da maaşlı bir işe girmek”, benim çocukluğumdan beri şartlandırıldığım senaryoda yoktu. O senaryo, babamın şirketine girmemle ve dolayısıyla daima kendi işimin patronu olmamla devam ediyordu. Bir anda, gençliğin yoğun duygu dünyasında, çalışmak zorunda olma durumunda kalmak bana ağır gelmişti. Şimdi gülüyorum ve şımarık buluyorum ama, o zaman için öyleydi. Bu paragrafa kıssadan hisse, eleştirdiğimiz kişilerin geçmişlerini bilmeden onları çok sert eleştirmemek daha iyi olabilir.
Bu psikolojiyle, tek hayalim en azından beni boğulacakmış gibi hissettiren bir plaza yerine (bunu staj döneminde deneyimlemiştim), daha özgür, daha yaratıcı olan reklam ajanslarında çalışmaktı. Böylece hem yaratıcı yönümü tatmin edecek hem de para kazanmış olacaktım. Çok şükür istediğim gibi oldu ve 2009 yazında ilk işime bir reklam ajansında müşteri temsilcisi olarak başladım. İlk iş günümde ajanstan 21.00’de çıktım. Aynı iş gününde, beni daha önce başvurduğum Garanti Bankası iş görüşmesi için aradı. İçim gitti, çünkü nedense inanılmaz sempati duyduğum bir markaydı (hala öyledir), fakat tam yeni işe başlamışken bir daha maceraya girmek istemedim; görüşme davetini geri çevirdim. Bu denli detaylı anlatmamın sebebi, belki de hikayelerimizin kaderinin küçük detaylarda saklı olabileceğini görmeye, sizi de kendi hikayenizin saklı köşelerine dalmaya davet etmek.
Bahçeli, köpekli bir ofis, eğlenceli bir ortam, evden yürüyerek gidebildiğim bir iş… Aşırı baskıcı bir patron, acemiliğin korkunç hataları ve ajansların olmazsa olmazı bitmeyen mesailer. Arkadaşlarımla görüşememeye başladım, mesailer beni çok ama çok yoruyordu. Bir içedönük olarak ihtiyacım olan zamanı kendime ayıramamaya başladım ve bu da benim dengemi fena halde bozuyordu. Nefes alabildiğim küçük anlara sığınmaya başladım. Mesela öğle arasında ajansın köpeğini parkta gezdirmeyi isteyerek üstleniyordum çünkü terapi gibiydi. Evden işe yürürken yolu uzatıp sahil yolundan yürüyordum. İşte sanırım daha o zamanlar “kendi işimi yapmak” meselesi kalbime düşmeye başladı.
Başkasının işi, ritmimi bozuyordu. Kendi ritmimde yaşayabilmek istiyordum, tek sebebi buydu. Sonra büyümeye, profesyonelleşmeye, başarıyı tatmaya başladım. Bir anda, her gencin olmazsa olmazı “Bu insanlar bu şirketi böyle yönetip de bu kadar iş yapabiliyorsa, kim bilir ben kendi şirketimde neler yapabilirim” dedim. Artık kendi işimi yapma motivasyonum “En iyi performansımı gösterebilmek“ti.
3 yılın sonunda başka bir şirkete, sonra bir başkasına geçtim. Şükür ki kariyerim başarılarla dolu ilerliyordu. Her şirketi tam terfi alacağım noktada terk ediyordum, çünkü dişlinin çarkları sisteminde yükselmenin daha fazla para karşılığında daha büyük kölelikten başka bir şey olmadığını biliyordum. Günlük yoğunluk beni halen çok yoruyordu. Çekmecemi çikolatalarla doldurmak, sabah 5’te kalkıp önce sahilde yürüyüş yapıp sonra işe gitmek kaçış stratejilerimdi. Ancak böyle denge bulabiliyordum. Gitgide, günümün tamamını, büyük bir yorgunlukla armağan ettiğim bir işin bedeli bana fazla ağır gelmeye başladı.
Kalp çarpıntıları yaşıyordum. Bir gün korkunç bir mide ağrısıyla kendimi acilde buldum, gastritim olduğunu öğrendim. Spor yapamıyor, dinlenemiyor, kendime iyi bakamıyor, günleri sadece “Bugün de bitti şükür” mantığında yaşıyordum. Bildiğim tek bir şey varsa o da; hayır, hayatı yaşamanın en iyi yolu bu olamazdı. 30 yaşıma bastığımda, kendi işimi yapmak için öncelikli motivasyonum “dengemi ve ruh-beden sağlığımı korumak” ve içinde daha fazla “ben” olan bir hayat yaratmaktı.
Peki, kendi işimi yapmak bana bu hayal ettiğim dengeyi verebilecek miydi? Evet, hatta fazlasını verdi. İşte size kendi işinizi yapmanız için fazlasıyla geçerli 7 neden:
1-Stresle vedalaşabilirsin
Siz nelere stres olursunuz? Örneğin beni işteki zorlu konular, deadline’lar, zor insanlar strese sokmaz. Beni strese sokan ara verememek, dinlenememek, sürekli koşma halinde olmaktır. Herhalde rakamsal olarak ölçsek stres seviyemde kendi işimi kurduğumdan beri %100’ün üzerinde bir azalma olmuştur. “Kendi ritminde gitmek” dediğim mesele vardı ya, işte kendi işim bana gerçekten bu ödülü verdi. Çünkü benim kendi işimin patronu olarak vizyonum, bir zamanlar çalıştığımız dev firmalar gibi “sektöründe en iyi olmak, mümkün olan bütün müşterileri ve ötesini almak, kazanmak ve hep daha çok kazanmak” değil.
Gerçekten değer sağlayabileceğim, mutlu çalışabileceğim müşterileri alarak ve zaman ve enerji kaybı yaşatacak, sinir harbi yaratacaklara “hayır” diyerek (ki bu bizi bir sonraki maddeye götürecek) istediğim kadar dengeli bir hayat yaratmayı başardım. Bir anne olarak oğlumla kaliteli zaman geçirebiliyorum, bir eş olarak kocamla 5 dakikada bir özür dileyerek telefonumdan maillere bakmadan sohbet edebiliyorum. En önemlisi, eve döndüğümde gereğinden fazla yorulmuş ve gergin değilim. Daha sağlıklı hissediyorum, sabahları 6da kalkıp zifiri karanlıkta yola çıkmıyorum. Evimi görebiliyorum, otel gibi kullanmıyorum. Eğer daha fazla dinlenmeye ihtiyacım varsa kendime bu hakkı tanıyorum; iş daima bir numaralı önceliğim değil ve bu da çok daha dengeli ve stressiz bir hayat yaratmama izin veriyor.
2-Hayır diyebilirsin
Maaşınızın elinizden aldığı en büyük haklardan birinin hayır demek olduğunu hiç düşünmüş müydünüz? Bu benim keyfini en çok çıkardığım ayrıcalıklardan biri. Toplantı saatlerine, yersiz taleplere, istemediğim müşterilere hayır diyebilmek. Eğer başkasının işinde çalışıyorsanız hayır ve evet kelimeleri genelde patrona aittir. Kendi işinizde ise sizin değerlerinizle ya da programınızla çelişen her şeye hayır diyebilirsiniz; hatta sihirli bir şekilde siz sınır koydukça daha değerli olarak algılanırsınız.
3-Hesabında şimdiye kadar hiç görmediğin kadar para görebilirsin
İlk başınıza geldiğinde başınızı döndürecek, kısa sürede ise anlamsızlaşacak bir değer ama evet; kurumsalda çalışırken bir yıllık maaşınız olan tutar bir sabah şak diye hesabınıza yatabilir. Bu insana inanılmaz bir özgüven veriyor, evet bir kısmı vergidir, bir kısmı masraftır; daha önemlisi bu paranın tamamen hemen harcamamalı ve bir kısmını sonraki aylar için biriktirmelisinizdir ama ne olursa olsun, siz hayatınızda hiç olmadıysanız şimdi hesabında 50.000 100.000 TL olan biri olabilirsiniz ve bu tartışmasız, insana iyi gelir.
Tabii geliriniz arttıkça bankaların gözünde değerinizin artması da cabası. Dönemsel, geçici, kalıcı, yanıltıcı olması fark etmeksizin siz artık adam akıllı paralar alıp veren birisinizdir; bir zamanlar maaşınız olan tutar artık başkasına verdiğiniz maaştır. Para, insana kendini güçlü hissettirir ve kim ne derse desin, özgüvenini arttırır. Daha fazlasını başarmak ve en önemlisi, iplerini kendi elinde tutan biri olmaya devam etmek için motivasyon verir.
4-Vizyon çıtanı, hayalinin aldığı kadar yukarı koyabilirsin
Çoğu çok büyük şirket, sektörlerinde göz önünde bariz duran gerçeklikleri ve trendleri kaçırma konusunda ustadır. Siz çalışan olarak bunu görür ve şaşar kalırsınız, ancak yapabileceğiniz fazla bir şey yoktur. Kendi işinizde ise durum farklıdır; özellikle de trendleri takip etme ve daha iyisi önceden sezme konusunda yetenekli biriyseniz. Firmanızı vizyon konusunda globaldeki eşdeğer bir firmayla aynı konuma getirebilirsiniz; daha işiniz için kerteriz alacağınız ülke bile bu konuda toyken siz gerçekten en iyisini, en doğrusunu benimseyebilir ve yenilikçi, vizyoner bir firma olabilirsiniz. Kimse sizi “ama global onay, ama gelenekler” gibi zırvalarla durduramaz.
5-Fikirlerin hiç olmadığı kadar kaale alınır
Kurumsal bir firmada eğer organizasyonel şemada üzerinizde biri varsa -yani CEO değilseniz-, sizi dinleyen kulaklar daima yarım dinleyecek ve gözler bir üstünüzü arayacaktır.
‘Toplantıya yöneticiniz katılmayacak mı?’ sorusu ve hayal kırıklığıyla bakan gözler; eğer ‘hayır sadece ben katılacağım’ derseniz toplantıyı hızlıca yalap şalap bitirip ‘Peki müdürünüzle ne zaman randevulaşabiliriz?’ diyen tedarikçiler…
Şirket içinde açıkça diyemiyorsa da kapalı olarak söylenen ‘Sen git yöneticin gelsin bu konuyu onunla konuşalım’cılar. Kurumsal hayatta insanı ifrit eden, hiyerarşiye çok iyi sövdüren detaylar bunlar.
Çok üstlere çıkmadığınız sürece, bir toplantının gözünün içine bakılarak dinlenileni olmanız, her cümlenizin can kulağıyla dinlenmesi çok zordur. Ancak, kendi işinizin patronu olduğunuzda, artık bir firma sahibisinizdir. Hayatınızdaki tüm yok sayılma, ciddiye alınmama anlarını, büyük bir ciddiyetle dinlenme ve kaale alınmayla takas edersiniz.Hele ki benim gibi danışmanlık işi yaptığınız zaman, sizden satın aldıkları şey fikirleriniz olduğu için, konuştuğunuz her an karşınızda her seviyeden insan deli gibi not alır. Daha önce kurumsal toplantılarda beyan ettiğiniz ama hiyerarşiden ötürü duyulmazdan gelen zekice fikirleriniz, şimdi açıkça tebrik edilir ve hatta size para kazandırır. Firma sahibi olarak bu kez derdiniz kendinizi ciddiye aldırmak olmaz, ancak olsa olsa yanınızda çalışanları aşıp size ulaşmaya çalışanları dizginlemeye ve çalışanlarınızın da yetkin olduğu imajına yatırım yapmaya uğraşabilirsiniz. Söylemeye gerek yok, bu da özgüvenininizi, insan olarak sevilme sayılma dürtülerinizi harika bir şekilde okşar. Sonunda, kurumsal merdivende 20 yıl geçmesini beklemeye gerek kalmadan ‘birisi’ olursunuz.
6-Başarı ve başarısızlık kader değil, seçim olur
Kendi işinizi yaptığınızda, ‘Tüh başaramadım’ veya ‘şansa bak başardım!’ yoktur. Bir sabah plazaya geldiğinizde giriş kartınızın artık çalışmadığını öğrenmezsiniz, ya da bir cuma akşamı 17.55’de İK sizi çağırarak kibarca size yol veremez. Siz istemedikçe kimse sizi girişimcilik kulvarının dışına atamaz. Eğer niyetliyseniz, gerçekten gözünüzü kararttıysanız, yol daima size açıktır. Sonsuz kere deneme hakkınız vardır. ‘Böyle olmadı, öyleyse başka nasıl deneyelim?’ diyebilirsiniz. Başarısızlıklar sizi maaşınızdan etmez, öğretir. Daha güçlü bir girişimci olmanız için sizi eğitir. Kendi işinizi yaptığın zaman ‘başaramadım, o yüzden maaşlı işe dönüyorum’ diye bir şey yoktur, bu koca bir yalan ya da yanlış kurulmuş bir cümledir. Onun doğrusu ‘uğraşmak istemedim’ veya ‘başka değerler benim için kendi işimi yapmaktan daha baskınmış’tır. Yoksa, kendi işinizi yaptığınızda, bir şeyler ters gittiğinde, sonsuz seçeneğiniz vardır.
Mesela, istediğiniz kadar ortaklık kurabilirsiniz, farklı iş modelleri deneyebilirsiniz, farklı ülkelere açılabilirsiniz, portföyünüze farklı hizmetler dahil edebilirsiniz. Daha marjinali, bambaşka bir iş yapmaya karar verebilirsiniz. Yeni bir iş koluna geçebilir, başka bir firmaya ortak olabilir, hizmetlerinizi istediğiniz yere doğru genişletebilirsiniz. Bu inanılmaz bir özgürlük, ipler sizin elinizdedir. Elbette bunun bedelleri var, fakat kaderinizin kendi ellerinizde olması maaşlı çalışmaya göre bambaşka bir histir.
Kişisel gelişim uzmanı Nil Gün’ün bir kitabında çok sevdiğim bir sözü vardı: ‘İnsanlar küçük olmaktan değil, büyük olmaktan korkar.’ Bu söze bayılırım. Kendi işimi yapma hali bana sıkça bunu yaşattı. Artık kaderinizin iplerini %100 elinize aldığınız noktada, ne suçlayacak bir yönetici, ne lanet edecek bir şirket vardır. Opsiyonlarınız sonsuzdur. Başarısız olduysanız, yolunuzu, yönteminizi değiştirebilir, yenilenebilir, güçlenebilir, destek alabilirsiniz. Özetle niyet -veya genelde en başarılı kişilerin hikayelerinde olduğu gibi, ‘tek seçenek’- başarmaksa, mutlaka bir yol bulunur. Fakat bu, yorucudur.Tökezleyebileceğiniz, tereddüt edebileceğiniz, arafta kalabileceğiniz en korkunç yer burasıdır. Burada arada kalırsanız, kuşkusuz batarsınız veya şirketinizin bir ömrü vardır, geri sayım yaparsınız. Başarılı işler, ‘ne olursa olsun’cu patronlar tarafından yönetilir. Ne olursa olsun bir yol bulunacağına inanıyorsanız, niyetiniz her şeye rağmen bu şirketin başarmasıysa, elbette başarırsınız. Ancak bu denli bir adanmışlıkla ve sizin bedellerini ödeme isteğinizle ilgili tereddütleriniz varsa, o zaman düşer, yok olursunuz.
Ne olursa olsun, başarı veya başarısızlık artık performans değerlendirmelerinde, yöneticinin iki dudağının altında, şirketinizin adaletten veya mantıktan uzak hedeflerinin içinde değildir. Sizdedir, siz ne kadar yaparsanız, o kadar olur. Bu bilerek sonlara sakladığım bir madde, çünkü bence kendi işini yapmanın bir insana verdiği en büyük hediye bu: İnsanı kendiyle yüzleştirmek.
Kendinizle yüz yüze kaldığınızda, hayattaki bütün bahanelerden soyunup çırılçıplak kalırsınız.
Şikayet edecek, razı gelecek, ardına sığınacak hiçbir şey yoktur. Her şey sizde başlayıp, sizde biter.
Bu hayata dair insanın öğrenebileceği en büyük öğretilerden biri. Başucu kitabım Tanrılar Okulu’nun da ana öğretisi.
Bu işin çok ötesinde bir konu. Çünkü bunu bir kez algıladığınızda, bunun ilişkiler, şans, fiziksel sağlık, arkadaşlık, her şey için geçerli dev bir prensip olduğunu görüyorsunuz. Ve kendi işinizi yapmaktan vazgeçseniz dahi, kendi hayatınızın sorumluluğunu almaktan vazgeçemeyeceğinizi.
Hepimiz bir noktada kendi şirketimizi yönetiyoruz, o da kendi hayatımız.
Maaşlı çalışma düzenindeki ‘bahaneler bulma’ özgürlüğüne sığınıp bu konsepti özel hayatımıza da yansıtmak işimize geliyor: ‘Spor yapamıyorum çünkü vaktim yok, sağlıklı beslenemiyorum çünkü yemek yapacak fırsat yok, ilişkilerde tutunamıyorum çünkü çok özgür ruhluyum, ev alamadım çünkü para biriktirmeme imkan yok, yok da yok…’
Gözlemledikçe, bir insanın maaşlı sistemde çalışma süresiyle, o insanın hayata karşı bahaneler bulma alışkanlığının doğru orantılı olduğunu gördüm. İstisnasız, bir ucu ‘bireysel sorumluluk almak’, diğer ucu ‘bahaneler bulmak’ olan eğride, memuriyet zihniyetiyle severek bütünleşmiş insanlar bahaneler bulmaya çok daha yakın duruyor. (Karıştırmamakta fayda var, biri ‘memur’ olabilir fakat ‘memur zihniyetli’ olmayabilir.) Kendi işini yapanlar ise, işten gelen (bazen mecburen) sorumluluk alma disipliniyle, bireysel sorumluluk almaya çok daha yatkın oluyor. Ve bu da bizi son maddemize getiriyor:
7-Korkusuzlukla dost olursun
Hayatta yapabileceklerimizi yapmamızı engelleyen en büyük neden korku. Korku çok güçlü bir dürtü; korkuyla kitlelerin davranışını değiştirebilir, kendinizi paralize edebilir, hayatınızı küçücük bir çembere hapsedebilir, en önemlisi de potansiyelinizin büyük kısmını kullanmadan yitirebilirsiniz. Korkunun tek panzehiri, ona bolca maruz kalmaktır. Şahsen korkulara bolca sahip olan biri olarak, kendi işimi yapmanın beni en çok eğiten kısmı, korkuların üstünden atlamak oldu. Daha bir sene önce hayret ettiğim, ‘nasıl olur’dediğim şeyler bir sene sonra benim ‘normal’im oldu. Ne kadar çok korkunuzu normalinize dönüştürür ve bunu ne kadar sıklıkla ve hızla yaparsanız, o kadar daha güçlü bir insana dönüşüyorsunuz
‘Ben vergi mi vereceğim?’ – ‘Ay vergi zamanı gelmiş gidip ödeyeyim’e,
‘Ben maaş mı vereceğim?’ – ‘Maaş zamanı geldi, yatırayım’a,
‘Tanışma toplantısı mı talep edeceğim, ya reddederlerse?’ – ‘Ok onlar istemedi, şunlara bakalım’a,
‘Ya önümüzdeki aya param kalmazsa, eyvah!’ – ‘Önümüzdeki iki ayın giderlerini karşıladık, şimdi gidip yeni projeler bulayım’a dönüşüyor.
Tüm korkular, normalleşiyor, etkilerini kaybediyor. Bu insanı mükemmel derecede güçlendiren bir deneyim. Tüm korkuların kafamızda olduğunu, onları sadece bizim yarattığımızı çok iyi hatırlatan bir öğreti. Hayatın her alanına yayacağınız ve karakterinize eklenen altın değerinde bir tecrübe.
Tüm bunlara bakınca, bir insanın hayatında bir kez kendi işini yapmaya girişmesinin, altın değerinde bir çaba olduğunu düşünüyorum.
En çok da, hayal dünyasında yaşanan bir plaza hayatının bir kez dışına çıkıp gerçekliği görmek için.
Sonra geri dönebilirsiniz, ama bir daha asla yemekhanenin tatlısından, müdürünün nemrutluğundan şikayet edecek seviyede biri olarak kalamazsınız. Bunları aşar, büyürsünüz. Bu da, döndüğünüz yerde kim olacağınıza da sonsuz pozitif bir katkıda bulunur. İçerideki neredeyse herkesin ‘hayalindeki’, ‘dışarıdaki’ hayatı siz deneyimlemiş gelmiş biri olursunuz.
Dönseniz de, değil ki plazaya, istediğiniz herhangi bir işe dönseniz de, artık siz ruhu büyümüş, ruhu güçlenmiş biri olursunuz ve bu, kimsenin sizin elinizden alamayacağı bir kazanımdır. Gerçek bir öğretidir ve bunlar, isterse dünyanın en kral, en girişimci, en özgürlükçü, en güçlü değerlere sahip şirketinin size veremeyeceği kazanımlardır. Bir kez kendi başınıza rüzgarın karşısına dikilmeden, bir başınıza kalmadan bunları bir şirketin sıcacık güvencesinde öğrenmek bence mümkün değildir. Dolayısıyla sadece bir ruh eğitimi olarak, benzersiz bir hayat deneyimi olarak kendi işini yapmak, bence paha biçilemez bir ruhsal kazanımdır.
Fakat, değer mi?
Bir önceki yazım olan ‘Neden kendi işini yapmamalısın?’ın altında, kıymetli ağabeyim Cem İşmen’in çok güzel ifade ettiği gibi:
‘Neye mal olduğunu fark ettiğinde ne düşüneceğin sana kalmış’
Her iki yazıyı da okuduktan sonra, sizin de fikir ve seçimlerinizi duymak isterim.
Seçimlerinizin size mutluluk getirmesi dileğiyle.